Pelin Bingöl, Ekonomistler Platformu Başkan Yardımcısı

 

Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi 2011-2014, Türkiye ekonomisinin küresel ekonomik rekabette istenilen düzeyde olmamasından endişe duyarak temel amacını özel sektörün rekabet gücünün yükseltilmesi olarak belirlemiştir. Rekabette var olan durumu ortadan kaldırmak amacıyla bu strateji, işgücü piyasasında, yükseköğretim ve mesleki eğitimde, mali piyasalarda, sağlıkta ve ilköğretimde, makroekonomik durumda ve fiziki altyapıda yapısal iyileştirmelerin elzem olduğunu vurgulamıştır. Diğer yandan rekabetin güçlendirilmesi için yapılan genel bir değerlendirmenin neticesi olarak, Çin ve Hindistan’ın küresel ekonomiye dahil olmasının ardından rekabette ucuz işgücüne dayalı bir farklılık yaratma çabasının ülkemiz açısından mümkün görünmediği tespit edilmiştir. Dolayısıyla sanayi sektörünün öncelikli hedefi hizmet sektörünü de içine alacak biçimde değer zincirinde verimlilik artışları ile “orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü” olmaktır.

 Bu noktada Sanayi Strateji Belgesi’nin, sanayide rekabet gücünü artırarak Türkiye’nin kalkınmasını gerçekleştirmek ile birlikte Avrupa Birliği sanayi politikasına katkı sağlamayı hedefleyen ve bu amaçla özellikle AB’nin Lizbon Stratejisi ile parallellikler gösteren bir belge olduğu ilgili strateji içerisinde dile getirilmiştir. Buradan hareketle bu yazı, amaçsal olarak ilgili stratejiler arasındaki paralellikleri ve mevcut durumların, ana hatlarıyla, bir karşılaştırmasını içermektedir.

 AB’de 2000 yılında ortaya koyulan ve 2005 yılı yarı dönem incelemesi neticesinde Yenilenen Lizbon Stratejisi olarak değiştirilen stratejinin genel amacı, yatırım ve çalışma imkanları açısından Avrupayı daha cazip bir yer yapmak, bilgi ve yenilikçiliğe dayalı büyümeyi geliştirmek ve son olarak daha fazla ve daha yeni işler yaratmaktır. Bilindiği gibi dünyada yaşanılan ekonomik krizin olumsuz yansımalarından başta ABD olmak üzere AB’de etkilenmiş ve 2000 yılında belirlenen hedeflerde sapmalar yaşandığının tespit edilmesiyle Lizbon stratejisi hedeflerinin yenilenmesine karar verilmiştir. Yenilenen stratejide temel amaçlarla uyumlu olacak şekilde oranlar da saptanmış ve 2010 yılı itibariyle AB’de Araştırma Geliştirme (Ar-Ge) harcaması / Gayrisafi Yurtici Hasıla (GSYİH) oranının % 3, istihdam oranının ise % 70 olması hedeflenmiştir. Aynı hedefler AB 2020 stratejisinde de dile getirilmiş ve GSYH’nin %3’ünün Ar-Ge’ye ayrılması hedefinin gerçekleştirilmesi, 20-64 yaş arası nüfusun istihdam oranının %69 seviyesinden %75’e çıkarılması, sera gazı salımının 1990 yılına kıyasla en az %20, şartlar elverişli ise %30 oranında azaltılması, okulu erken bırakanların oranının %15’ten %10 seviyesine düşürülmesi, 30-34 yaş arası yüksek öğrenim mezunu nüfus oranının %31 seviyesinden en az %40 seviyesine yükseltilmesi gibi hedefler bu stratejinin hedefleri arasında yer almıştır.

 Lizbon ve AB 2020 stratejilerindeki hedeflerin ülkemiz açısından ne derece gerçekçi hedefler olduğunun analizi bizzat Sanayi Stratejisi Belgesi içerisinde yapılmış ve hedefler açısından ülkemiz Lizbon ve 2020 stratejilerinin gerisinde kalmıştır. AB ile karşılaştırıldığında teknoloji yoğun sektörlerin Türkiye’nin toplam ihracatı içindeki payı hala çok geridedir. Rakamlarla belirtmek gerekirse yüksek teknolojili ürünlerin ihracatı ülkemizde 2008 yılı itibariyle % 3.1 iken AB’de bu oran 2006 yılında %21.6 olarak gerçekleşmiş, orta üstü teknolojili ürünlerde ise 2008 yılında ülkemizdeki ihracat %30.9 iken AB’de bu oran 2006 yılında %41.1 seviyesine ulaşmıştır. Bu rakamlar ile bağlantılı olarak Ar-Ge’ye yapılan yatırımlar ülkemizde son dönemde oldukça artmış olmasına rağmen (2008 yılında GSYİH’nın %0.73’ü) AB Lizbon hedefleri ile kıyaslandığında bu alanda hala oldukça geride kalmaktayız. Böyle bir durumda, 3 yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde “orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmak” iddiasının gerçekçiliğinin ciddi biçimde sorgulamaya ihtiyacı vardır.

 Strateji belgelerinde diğer bir kriter olan işgücü verimliliğine ilişkin olarak tespit edilen durum da yine ülkemizin geride olduğunu göstermektedir. İşgücü piyasaları etkinliği endeksine göre yapılan sıralamada Türkiye, 134 ülke içerisinde 125. sırada yer almaktadır. Sanayi strateji belgesinde bu orandaki en önemli etkenlerden biri ise işgücü beceri düzeyindeki düşüklük olarak belirtilmiş ve işgücününün ortalama eğitim süresindeki düşüklüğün özel sektördeki rekabet gücünü de olumsuz etkilediği saptanmıştır. Türkiye’deki 15-64 yaş arasındaki calışanların, 2007 yılında, % 13,3’ü üniversite diplomasına sahipken, bu oran AB-25’de % 26,6’dır. Diğer yandan eğitim niteliğinin işgücü piyasası ihtiyaçlarına hitap etmemesi, mesleki eğitimde yaşanan ara eleman sıkıntısı gibi sorunlar da rekabet gücünü ve işgücü piyasalarının etkinliğini olumsuz etkilemektedir, nitekim bu sorunların çözümüne yönelik politikalar Sanayi Stratejisi Belgesi’nde sırasıyla belirtilmiştir.

 Son olarak çevreye duyarlı ve sürdürülebilir bir üretimin sağlanması amacına yönelik olarak Sanayi Stratejisi Belgesi’nde Turkiye’nin hem kişi başı CO2 salımı hem de kişi başı elektrik tüketimi açısından sözleşmeye taraf olan ülkeler arasında en düşük salım ve tüketim değerlerine sahip olduğu belirtilmektedir. Bununla beraber birim GSYİH başına düşen CO2 emisyon değerlerine bakıldığında, Türkiye için 0,5 kg/2000$GSYİH olan bu değerin, enerji yoğun sanayi yapısının da getirdiği etki nedeniyle AB ortalaması olan 0,3 kg/2000$ GSYİH’nin uzağında olduğu da vurgulanmıştır. Aradaki bu farklılık da yine Sanayi Stratejisi Belgesi’nde ortaya koyulan politikaların amaçsal olarak AB Lizbon ve 2020 stratejileri ile paralellik gösterdiğini; fakat öne sürülen süreler içerisinde benimsenen hedef oranlar açısından arada büyük farklılıklar bulunduğunu göstermektedir.