80 milyona yaklaşan bir nüfus. Bu nüfusun %70’e yakını çalışma çağında yani 15-64 yaş aralığında. Geniş bir coğrafya ve tarihi ilişkilerden kaynaklanan bölgesel bir etki alanına sahiplik. Avrasya için önemli jeostratejik bir konum. Binlerce yıllık bir medeniyet. Bu medeniyetten günümüze kalan önemli bir kültür mirası.

Türkiye’den bahsettiğimi sanıyorsanız söyleyelim, yanılıyorsunuz. O zaman şöyle bir ekleme yapayım. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına da sahip bir ülke bu.

Ta kendisi. İran’dan bahsediyorum. Özellikle son dönemde Suriye’de Türkiye ile farklı pozisyonlar alan ve ilişkilerimizin bu bağlamda bir hayli gerildiği, başta ABD ve AB olmak üzere 2006’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile bugüne kadar ambargo altında olan İran.

Ve İran iki gündür yine uluslararası gündemin ilk maddelerinden biri durumunda. Ancak bu sefer nükleer program, ambargo, Suudi Arabistan ya da İsrail ile itiş kakış yaşaması nedeniyle değil. Bu kez 2015 Nisan ayından bu yana devam eden nükleer programına ilişkin uluslararası kamuoyunu tatmin eden adımları sonucunda dün itibariyle son 10 yılda iyice sıkılaşan ambargonun sona erdirildiğinin açıklanması ile gündemde.

Çok Boyutlu Etki  

1979’dan 2006’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına ve ardından bugünlere kadar gelmiş uzun bir hikayesi var İran’a uygulanan ambargonun. Bu hafta sonu açıklanan anlaşma  ise ilişkilerin normalleşmesi ve İran’ın küresel sisteme entegrasyonun bir anlamda ilk adımı oldu.

Fakat bu karar, ABD-İran ya da Batı Bloğu-İran ilişkilerinden çok daha fazla boyuta sahip.

Cadı kazanı gibi kaynayan bölgede Suudi Arabistan ve İsrail bu süreçten en fazla rahatsızlık duyan iki ülke. Irak’taki Şii nüfus ve İran ilişkisi bir yandan burada İran’ın sürekli sürece müdahil olma gerekçesini oluştururken, Suriye meselesinde Rusya ile paralel hareket eden İran, bölgedeki dengelerin Rusya lehine değişmesi açısından da önemli bir role sahip oldu.

Bu açılardan uluslararası ilişkiler ve diplomasi üzerinde etkili bir rol üstlenmeye çalışan İran, özellikle ambargonun kalkması ile birlikte küresel petrol arzının da ciddi bir şekilde artmasına neden olacak. Bu ise tüm petrol ve doğalgaz üreticisi ülkeler açısından yeni bir sorun daha demek. Şöyle bir örnek verelim. Petrolün tarihi dip yaptığı varil başına 30 dolarlık fiyata geliş sürecinde arz artışı büyük önem taşıyordu. Suudi Arabistan’ın başını çektiği ülkeler ABD’nin kaya gazı kozuna karşı gelemedi ve arzı arttırmaya yöneldi. Bu süreçte mesela Kasım ayında günlük petrol arzı Ekim ayına göre sadece 50.000 varil artmıştı. İran petrolünün ise önümüzdeki dönemde arzda günlük 500.000 varillik bir artışa neden olacağı ön görülüyor. Bu arz artışının petrol fiyatlarının üzerinde çok daha büyük bir baskı yaratacağını söylemek sanıyorum bu noktadan sonra yanlış olmaz.

Bu noktada ciddi ekonomik sorunlarla karşılaşan Suudi Arabistan, bölgede siyasi ve dini gerekçelerle sürekli karşı karşıya kaldığı İran ile Batı’nın anlaşmasına bütün bunların da ötesinde ekonomik gerekçelerle itiraz ediyor. Özellikle petrol fiyatlarındaki düşüşün Suudi Arabistan ekonomisi üzerindeki derin olumsuz etkisi de dikkate alındığında, anlaşmaya en çok alınan ülkelerin başında Suudi’lerin gelmesi çok normal. Rusya’nın da özellikle bu süreçten oldukça olumsuz etkileneceğini görmek mümkün. Zira İran’ın en önemli ticaret partneri olan Rusya, hem bölgedeki rekabetin artması sürecinden olumsuz etkilenecek, hem de küresel petrol arzındaki artışın petrol fiyatları üzerindeki baskıyı arttırması ile çok daha kırılgan bir ekonomik ortam ile karşı karşıya kalacak.

Nitekim anlaşmanın ertesi günü dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Shell ve Total’in İranlı yöneticilerle bir araya gelmek üzere Tahran’a gideceği söylentisi çıktı. Her ne kadar haber yalanlanmış olsa da çok net bir şekilde daha şimdiden İran’ın petrol ve doğalgaz piyasasındaki etkisinin artacağı kesin. 2014 Dünya Bankası rakamlarına göre 500 milyar USD civarında bir milli gelir yaratan ülkenin, petrol ve doğalgaz dışında da uzun vadede bir çok sektörde genç nüfusu ve görece etkin eğitim sistemi ile küresel bir oyuncu haline gelmesi de oldukça muhtemel.

Olur mu?

Asıl soru ise İran’ın bu süreçte nasıl bir değişimle karşı karşıya kalacağı.

Devlet kapitalizminin baskın olduğu İran, açık toplum, demokratikleşme, piyasa mekanizması gibi küresel güçlerin dayattığı kavramları benimseyerek mi sisteme entegre olacak? Böyle bir beklenti gerçekçi mi? Yoksa Çin’in izlediğine benzer bir tutum izleyerek mi bu süreci yönetecek?

Bu soruyu da bir sonraki yazıda yanıtlayalım, en son yazıda ise Türkiye’nin bu süreçte kısa, orta ve uzun vadede karşılaşacağı durumları analiz etmeye çalışalım.