Gökhan Ezgin, Ekonomistler Platformu İcra Kurulu Üyesi

 

 

 

 

 

 

 

 

Son yıllarda belirginleşen ve tüm dünya ülkelerini tedirgin eden ekonomik kriz, ortaya ciddi bir belirsizlik tehdidi çıkarmış durumda.

Hepimizin yakından takip ettiği gibi dünya ekonomisi son dönemlerde büyük bir buhranın içinden geçiyor. Borç  sorunları bir türlü çözülemiyor. 10 milyonluk ufak bir Yunanistan, ABD karşısında rakip olarak kurulan Avrupa Birliği’ni resmen sallıyor. Yunanistan’ın sebep olduğu sorunlar ile baş edemeyen AB’yi, borçlu diğer ülkelerin sırada beklemesi işin boyutunu daha da arttırıyor.

AB’de işler böyle iken ABD de çok farklı değil. Daha kısa bir sure önce ABD’nin notu düşmüştü. Şimdi benzer bir tehlikenin daha ufukta olduğundan bahsediliyor. İki blokta da aynı sorun su yüzüne çıkıyor. Siyasi irade eksikliği. AB’deki çok sesliğin bir benzeri ABD senatosundaki Demokratlar-Cumhuriyetçiler çekişmesiyle sergileniyor. Obama’nın gittikçe sönen karizması da, ne yazık ki geleceğe yönelik umutları kırıyor.

Bu ortamda Türkiye Türkiye yükselmeye ve büyümeye devam ediyor. Tüm dünya ekonomik performansından dolayı Türkiye’yi çok yakından izliyor. Mali disiplin sayesinde borç yükünün kontrol altına alınması Türkiye’yi tüm bu sıkıntılı ortamda ciddi anlamda koruyan bir kalkan.

Bu ortamda Türkiye’nin iç dinamiklerinin önemi biraz azalmış durumda. Dış dünyada yaşanan kum fırtınasının dinmesi beklemekten başka yapacağımız şeyler kısa vadede sınırlı.

Merkez Bankası, son dönemde farklı politikalar yürütüyor. Öyle ki Merkez Bankası, politikacılar gibi sık sık makas değişikliğine gidebilen bir hüviyete büründü. Bir ay faizleri düşürmekten bahsederken, daha sonra ısınmayı öne sürerek faizlerin yükselebileceği sinyallerini veriyor.

Eskisi kadar net sinyaller vermemesi, Merkez Bankası kaynaklı belirsizliği arttırıyor. Bunun soncunda döviz kurlarının ve faizlerin yükseldiği görüyoruz. Ancak beklentilerde bozulmanın ve bunun kur ve faiz artışı olarak piyasaya yansımasının ne kadarının Merkez Bankası’nın belirsiz politikalarının bir sonucu, ne kadarının da dış dünyada yaşanan karmaşanın bir sonucu olduğu hala bir muamma.

Bu atmosferde Türkiye’nin rekabet gücünü artırması gittikçe önem kazanıyor.

Rekabet gücünün artışı neden önemli? Çünkü Ülkenin rekabet gücü arttıkça verimlilik artar, verimlilik arttıkça reel milli gelir artar. Milli gelir artışı ise sürdürülebilir kalkınma için öncü konumundadır.

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) her yıl “Küresel Rekabetçilik Raporu” yayınlamakta.

2011-2012 dönemi için 142 ülke arasında Türkiye 59.sırada yer alıyor.

Dünyanın 10. büyük ekonomisi olmaya aday bir ülke için bu seviyeden daha iyisine ulaşmamız gerekiyor.