Pelin Bingöl, Ekonomistler Platformu Başkan Yardımcısı

 

 

 

 

Avrupa’da hızla daha da tehlikeli bir hal almaya başlayan finansal kriz birçok  insanın aklına Avrupa Birliği’nin(AB) sonu geldi mi? sorusunu getirmektedir. Nitekim bu soruyu haklı çıkarır şekilde Avrupa’da Euro alanındaki ülkelerde Euro’dan çıkma ile ilgili tartışmaları oldukça yaygın bir hal almaktadır. Söz konusu ülkelerde Euro’nun ülkenin mali istikrarına zarar verdiği yönünde görüşler hızla artan bir şekilde ve daha yüksek sesle tartırışılır hale gelmiştir. Euro’dan çıkmak ise AB entegrasyonunda bir adım geriye gidildiğini ve dolayısıyla Birliğin dağılma sürecine girdiğini haklı çıkaran söylemleri canlandırmıştır. Bilindiği gibi Euro AB entegrasyonunda ekonomik ve parasal birlik oluşturmanın son adımıdır ve entegrasyon teorisini savunan birçok akademisyen bunun bir adım ötesinde siyasi bir birlik oluşturmanın geldiğini savunmaktadırlar. Oysa ki gelinen noktada siyasi birlik oluşturma amacına, bir nebze de olsa, hizmet etmek amacıyla oldukça sancılı bir onay sürecinin ardından yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması’nın değiştirilmesi AB’de gündemin en önemli konusu olmaktadır.

8-9 Aralık tarihlerinde Brüksel’de düzenlenen Liderler Zirvesi’nin en önemli gündem maddesi, Avrupa’daki finansal krizin çözümü için AB bünyesinde daha sıkı mali disiplin kurallarını yürürlüğe koymak için kurumlara yetki vermek ve yine bu amaçla yeni bir AB anlaşması oluşturmak üzerine olmuştur. Bu fikrin temelinde kriz için acil bir önlem almak konusunda Almanya ve Fransa tarafından gösterilen kararlılık ile birlikte piyasaların özellikle S&P’nin AB Fonlarının kredi notunu düşüreceği sinyallerini vermesi ile iyice belirginleşen ve AB’de daha fazla entegrasyonun gereğine işaret eden tutumları yer almaktadır.

Bu noktada Almanya, Birliğin 27 üyesinin tamamı tarafından üzerinde uzlaşmaya varılmış bir anlaşma oluşturularak AB kurumlarının güçlendirilmesini, bu bağlamda da AB Komisyonu ve Adalet Divanı’nın bütçe disiplinine daha katı kuralları getirebilecek nitelikte doğrudan yetkilerle donatılmasını savunmaktadır. Almanya’nın isteğinin karşısında alternatif olarak hükümetlerarası kanat savunucularının isteklerine uygun olan ise, AB dışında 17 Euro bölgesi ülkesinin bu tedbirleri kendi aralarında söz konusu tedbirleri hükümetlerarası bir anlaşma ile yürürlüğe koymalarıdır. Esasen Almanya’nın talebinin 17 üye ülkenin imzalayacağı bir hükümetler arası anlaşma ile karşılanması mümkün gözükmemektedir. Bunun bilincinde olan İngiltere’de Zirve öncesinde AB bünyesinde finansal bütünleşmenin olmayacağına dair mesajlar vermiştir. Nitekim 8 Aralık tarihli zirvede İngiliz Başbakanı David Cameron 27 üyeli yeni bir AB Anlaşması’nın kendileri tarafından desteklenmediğini kesin bir dille aktarmış ve bu nedenle Almanya’nın önerisi şimdilik rafa kalkmıştır. Diğer yandan kriz için acil önlem almanın bir zorunluluk olarak algılanmasından hareketle, yapılabilecek en etkin çözüm şimdilik 17 üye ülkenin imzalayacağı bir hükümetler arası anlaşmadan ibarettir ve 8 Aralık toplantısında bu anlaşmanın imzalanması konusunda fikir birliğine varılmıştır. Dolayısıyla 8-9 Aralık 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen acil liderler Zirvesi neticesinde piyasalardan gelen entegrasyon baskıları göz ardı edilerek, gün itibariyle kriz daha güçlü bir entegrasyon fırsatına dönüştürülememiştir. Fakat görünen odur ki Almanya mali disiplinde daha sıkı entegrasyonu içeren yeni bir AB Anlaşması için ısrarcı davranacak ve bu Zirve yeni bir Anlaşma’nın  başlangıcı olacaktır.