Av. Yusuf  İzzet Bingöl – Av. Güryay Bingöl, Ekonomistler Platformu Başkan Yardımcısı

Ülkemiz bir genel seçimi daha iyisiyle, kötüsüyle; doğrusuyla, yanlışıyla; eksiğiyle, fazlasıyla geride bırakmış ve toplum bir kez daha kendisini yönetecekler konusundaki seçimini yapmıştır. Herkes millet iradesini yansıtan milletvekillerinin Türkiye Büyük Milet Meclisi’ndeki “TBMM” yerlerini almalarını beklerken, bu pek de beklendiği gibi olmamış ve ülkemiz daha yolun çok başında bir kriz ile karşı karşıya kalmıştır.  Yemin krizi olarak adlandırılan bu kriz gündemi düne (12 Temmuz 2011) kadar yoğun şekilde meşgul etmiştir.

 

Her genel seçimde olduğu gibi 2011 seçimlerinden sonra da milletvekili genel seçimi kesin sonuçlarının Yüksek Seçim Kurulunca ilanından sonra TBMM Genel Kurulu milletvekillerinin ant içme törenlerinin yapılması amacıyla toplanmış ve fakat ana muhalefet partisi milletvekilleri yeminden imtina ederek görevlerine başlamamışlardır. Milletvekili olarak seçilmelerine rağmen tutukluluklarına yapılan itirazlar kabul edilmeyen bir kısım milletvekilleri TBMM’ye gelmedikçe, milli iradenin TBMM’de eksiksiz olarak temsil edilemeyeceği gerekçesiyle alınan boykot kararının, bir başka deyişle yöntemin, ne derece doğru olduğu tartışmaya açık olmakla birlikte, bu kararla ülkenin çok ateşli tartışmalara itildiği tartışılmaz bir gerçektir. Alınan bu grup kararı nedeniyle yemin edilmemesi durumunun sürmesi halinde, ana muhalefet partisi milletvekillerinin devamsızlıkları nedeniyle milletvekilliklerinin düşürülmesi ve ara seçim yapılması zorunluluğuna kadar uzayan tartışmalar, restleşmeler ülkede sinirleri son derece germiştir.  

Söz konusu krizin ülkeye her geçen gün daha da zarar verdiğini gören ve çözümün milli iradeye saygıdan geçtiğini gören taraflar, inatlaşmaları, iddialaşmaları, sataşmaları, tartışmaları bir yana bırakarak olması gerektiği gibi bir mutabakat “Mutabakat” metni üzerinde uzlaşma sağlamışlar ve krizi görünürde sona erdirmişlerdir. Belirtmeliyim ki, tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin, milletin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için TBMM’de olmaları gerektiğine inanıldığı Mutabakat metinde açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca Mutabakat metinde 12 Haziran seçimleri sonrasında bazı milletvekillerinin yemin etmeyerek yasama faaliyetlerine katılmamalarının eksiklik olduğu, bu anlamda TBMM’nin açılışından bugüne kadar, yasama faaliyetlerine katılmamış olan milletvekillerinin yemin ederek Meclis çalışmalarına iştirak etmelerinin bir gereklilik olduğu belirtilmiştir.

O halde, milli iradenin teşekkül ettiği ve milli iradeyi temsil eden TBMM’nin tutuklu olan milletvekillerinin ellerinin çözülmesi ve söz konusu milletvekillerinin de TBMM’ye gelerek halkın kendilerine verdiği bu göreve başlamaları için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Bunun için uzun tutukluluk sürelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kabul ettiği ilkeler doğrultusunda makul bir süreye indirilmesi, tutuklama denilen koruma tedbirinin sınırlarının daha belirli şekilde çizilmesi, bu konuda mahkemelere verilen takdir yetkisinin kapsamının belirlenmesi, tutukluluk süreleriyle ilgili verilecek kararlara yapılacak itirazlara inceleme merciinin genişletilmesi ve sürecin yüksek yargıya kadar taşınabilmesi, gerekmektedir. Bu düşüncemiz tutuklu milletvekilleri için değil her vatandaşımız için geçerlidir.

 

Yukarıda belirttiğimizle sınırlı olmayan daha birçok konuda milli mutabakatın sağlanması için ayrıştırıcı, ötekileştirici düzenlemelerden uzak, birleştirici ve toplumsal sözleşme düzeyinde bir anayasanın yapılması gereği kuşkusuzdur. Birlik ve beraberlik içinde özgürlüklerin alabildiğine yaşandığı mutlu bir Türkiye’nin haritasının çizilmesi ülkemiz istikbali için son derece önemlidir. Öncelik parçalı bir Anayasa değil bütün kurum ve kuruluşları ile birlikte tam bir anayasadır. Nitekim bu gerek, mutabakatta da ifadesini bulmuş, son seçimlerle birlikte yüzde 95 seviyelerinde yüksek bir temsil oranını yansıtan TBMM’nin, milletin yeni Anayasa yapılması talebi ile birleştirilerek değerlendirildiğinde, tüm siyasi partiler için uygun uzlaşma zemini oluşturduğu ifade edilmiştir. Mutabakat tarafları da, ortaya çıkan bu tarihi fırsatın, toplumsal sözleşme tanımına uygun bir Anayasa yapılması hedefi için kullanılması gereğinde bizimle hemfikirdirler.

Bu şekilde hassas dengeler kurulabilecek, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması anlamında dar gelen hukuk, evrensel hukuka bir başka deyişle olması gereken hukuka uyarlanmış olacaktır.