Savaş öncesinde 20 milyon insanın yaşadığı Suriye’den ayrılan ve başka ülkelerde yaşamını sürdüren Suriye vatandaşlarının sayısı 5 milyonu geçmiş durumda. Türkiye ise resmi rakamlara göre 2,7 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’deki Suriyelilerin 300 bini kamplarda yaşarken geriye kalanlar, başta Suriye sınırına yakın iller olmak üzere ülkenin hemen hemen her bölgesine yayılmış durumda (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği – UNHCR, http://www.unhcr.org/turkey/home.php).

Savaşın yakın vadede son bulmayacağı, son bulsa dahi birçok psikolojik ve siyasi nedenle dünyanın farklı bölgelerine göçmüş mültecilerin ülkelerine geri dönmeyi düşünmeyeceği öngörülüyor. Suriyelilerin bulundukları ülkelere uyum sağlayabilmeleri için kapsamlı planlar yapılması, şu aşamada ev sahibi ülkeler tarafından üzerinde düşünülmesi gereken unsurların başında geliyor. Nitekim geçtiğimiz hafta Gaziantep, Adıyaman ve Kilis’e yaptığım seyahat süresince, bölgede artık beş yıldır yaşayan Suriyeliler ile yerel halk arasında uyumsuzlukların ve sorunların daha yaygın bir şekilde yaşanmaya başlandığına ilişkin gözlemlerim oldu.

Kamu kurumlarıyla yaptığım görüşmelerde ise zaten mültecilere ev sahipliği yapma konusunda Suriye öncesinde çok fazla deneyimi olmayan Türkiye’nin bir anda bu büyüklükte bir sorunla baş edebilmek, orta ve uzun vadede yaşanan göçün yaratabileceği sorunların üstesinden gelmek konusunda maalesef çok ciddi zorluklara maruz kalacağını da söyleyebilirim. Genel olarak bakıldığında Suriyeli mültecilerin yaşadıkları bölgelere uyum sağlayabilmelerine yönelik sorunları belirli başlıklarda toplamaya çalıştım.

Çözüm yaklaşımında bakış açısı değişimi gerekiyor

İlk göç hareketinden bu yana beş yıl geride kaldı. Son iki yıldır ise Türkiye’deki Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesinin artık neredeyse olanaksız hale geldiği görülüyor. Bu noktada başta ekonomik ve sosyal uyum olmak üzere kamplarda ve kampların dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin, ekonomik ve sosyal açıdan bulundukları bölgelere adaptasyonuna ilişkin stratejik bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Ancak şunu ifade etmeliyim ki, sorunun çözümüne ilişkin olarak soruna özel deneyim eksikliğimiz, ilgili kurumları mevcut bilgi ve deneyimle hareket etmeye itiyor. Bir başka deyişle Türkiye’de kurumların ülkemizin kendi gelişmişlik sorunlarının çözümüne yönelik geliştirdiği bir “zihin seti” oluşmuş durumda ve maalesef aynı zihin setiyle Suriyelilerin uyum sorunlarının da çözüleceğine dair bir kanaat ile hareket ediliyor.

Basit bir örnekle durumu izah edeyim: Türkiye’de istihdamla ilgili son 10 yıllık süreçte mesleki bilgi ve beceri geliştirmeye odaklanıp, bu sorunun çözümünde ana yaklaşımı buradan hareketle oluşturdu Türkiye. Bu stratejinin kendi yurttaşlarımız üzerinde dahi başarılı olup olmadığını bir yana koyarak şunu söyleyebiliriz ki, bu alanda yapılan çalışmalarla ciddi bir kurumsal birikim yaratmış durumdayız.

Suriyelilerin ekonomik entegrasyonu için de benzer çözümlere odaklanıyor kurumlar. Ancak psikolojik destek, sosyal uyum desteği ve yerel halkın sürece etkin bir şekilde desteği alınmadan yapılacak bu tip uygulamaların kalıcı başarılar yaratması ne yazık ki mümkün değil.

Her bir süreci çok boyutlu olarak ele alabilecek stratejik yaklaşımların geliştirilebilmesi ise ciddi bir bakış açısı ve uzmanlık gerektiriyor. Ülkemizin içerisinde uzun yıllardır kalıcı bir çözüm üretemediğimiz ekonomik ve sosyal sorunlarımızın çözümlerine ilişkin uygulamaların Suriyeli mültecilerin uyumunda etkin sonuç verme ihtimali neredeyse yok. Hatta ve hatta uyum sürecini daha da zorlaştıracağını bile söylemek mümkün.

Bu noktada hızla bu tip stratejik yaklaşımları ve eylem planlarını geliştirecek, çok disiplinli çalışmaya yatkın ve uluslararası deneyimler üzerine eğitim almış uzmanları yetiştirmek ve bölgede çalışmaları için uygun koşulları yaratmak zorundayız.

Sorunlar bölgeler bazında da farklı  

Savaş sonrasında Türkiye’ye gelen 2,7 milyon Suriyeli ülke içerisinde dağılmış durumda. Suriyeliler öncelikle sınıra yakın ve/veya gelişmiş şehirlere yerleşmeye çalışıyor. En kalabalık Suriyeli nüfusunun bulunduğu şehirlerimiz ise Şanlıurfa, İstanbul, Gaziantep, Hatay ve Adana. Ancak bu şehirlerin dışında da birçok şehirde, kent nüfusuna yakın sayıda Suriyelinin yer aldığı kentlerimiz var (http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/kiliste-suriyeli-multeci-sayisi-kent-nufusunu-asti).

Bu noktada her bir kentin kültürel, sosyal, ekonomik durumları da birbirinden farklı. Zaten bölgeler arası gelişmişlik farklarının ülkemiz açısından da temel problemlerden biri olduğunu uzun yıllardır söylüyoruz. Bu kadar birbirinden farklı yapılara sahip şehirlerimizde, Suriyeli mültecilerin uyumunun ise  merkezden üretilecek fikirlerle çözülmesi ise olanaksız. Dolayısıyla coğrafi olarak sosyal dokunun, ekonomik altyapının dikkate alınması, çözüm yaklaşımının mümkün olan en üst düzeyde adem-i merkeziyetçi bir bakış açısıyla oluşturulması şart. Mevcut haliyle AFAD’ın merkezi bir bakış açısı ile bütün bu sorunların altından kalkabilmesi mümkün görünmüyor.

Toptancı bakışı ve algıyı değiştirmek zorundayız

Sorunun hala “Suriyeliler” olarak ele alınması ise bir hayli sıkıntılı bir bakış açısı yaratıyor. Bu şekilde bir toptancı yaklaşım, sorunların daha derin analiz edilmesinin önüne geçiyor ve çözüm üretmeyi güçleştiriyor.

Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşurken, mülteciler arasında yaşlılar, engelliler gibi bütün Suriyelilerin karşı karşıya kaldığı sorunların dışında problemlere sahip olan dezavantajlı gruplar da bulunuyor. Başta da ifade ettiğim gibi halihazırda ülkemizin içerisinde dahi engellilerin, kadınların karşı karşıya kaldığı toplumsal sorunlara çözüm üretmekte zorlandığımız bir noktada, savaş psikolojisinden çıkmış, ciddi travmalar yaşayan ve ülkesinden uzakta hayatını geçmişe göre oldukça zor şartlarda geçirmeye çalışan dezavantajlı Suriyelilerin sorunlarına başka bir bakış açısı ile yaklaşmak zorundayız. Maalesef elimizde bu noktada kadın ve çocukların profili dışında çok fazla veri bulunmuyor.

Hukuk sistemi zaten ağır aksak çalışıyor

Bölgede geçirdiğim üç gün içerisinde yukarıda bahsettiğim genel yaklaşıma ilişkin sorunların hızla gün yüzüne çıktığına ilişkin birçok olaya şahit oldum. Özellikle savunmasız durumda olan kadınların karşı karşıya kaldığı şartlar, insan kaçakçılığı, çocuk işçiliği vs. gibi birçok konuda suiistimal haberlerinin daha fazla kulaktan kulağa konuşulduğu bir döneme girilmiş durumda. Elbette orta ve uzun vadede yukarıda bahsettiğim çerçevede sorunların çözümüne ilişkin adımlar atılacaktır. Ancak kısa vadede de başta şiddet olmak üzere, insan kaçakçılığı, fuhuş, çocuk işçilik gibi karşılaşılan yasa dışı uygulamalarda hukuk sisteminin etkin bir şekilde olaylara müdahil olması ve adalet sisteminin bölgedeki yasadışı uygulamaların ortadan kaldırılması için etkin bir şekilde çalışması şart.

Bu çözümün hayata geçmesi için de bölgedeki güvenlik ve yargı sisteminin kapasitesinin geliştirilmesine yönelik (personel, dil desteği vs.) adımların hızla atılması gerekiyor. Aksi takdirde bir süre sonra haksızlığa uğradığını düşünen bölgedeki yerli halk ve Suriyeliler yasadışı sorun çözme yollarına başvurabilecek, bu da sorunun çözümünü içinden çıkılması güç bir noktaya taşıyacaktır.

Yapılacak çok iş var

Türkiye başta demokratikleşme, adalet, ekonomik ve sosyal kalkınma olmak üzere ana gelişmişlik sorunlarını çözmek için uzun zamandır ciddi bir çaba sarf ediyor. Bu çabanın bütün bu temel sorun alanlarında ülkemizi arzu ettiğimiz bir düzeye getirdiğini söylemek oldukça güç. Suriye’de yaşanan gelişmeler sonucunda savaş ortamından canını Türkiye’ye sığınarak kurtaran Suriyelilere ülke olarak verdiğimiz destek ise oldukça anlamlı. Ancak yaşanan şokun atlatılması ile birlikte süreç artık toplumsal gerginliklerin yükseldiği ve daha da yükseleceği bir döneme işaret ediyor. Böylesi bir dönemde, alışık olmadığımız bir sorunla yüzleşmek için yine alışık olmadığımız çözümler bulmak, Türkiye toplumunu da bu çözümlere ikna ederek yol almak zorundayız. Aksi ise hepimizi hiç istemediğimiz devasa bir toplumsal gerginlikle karşı karşıya getirecek gibi görünüyor.

Bunu söylemek için erken ancak Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıllık süreçte çözümüne odaklanması gereken en önemli sorunların başında Türkiye’de yaşayan 2,7 milyon Suriyelinin, Türkiye’ye uyumu gelecek.