Kadınlar Olmadan Tuzaktan Kaçış Yok
Dünya tarihinde tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş süreci oldukça uzun bir döneme yayıldı. Ancak sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci, bu döneme göre çok daha kısa sürede gerçekleşti ve bugün yaşadığımız ekonomik sistem her bir ülkenin gelişmişlik düzeyini arttırması ya da sürdürebilmesi için kaynaklarını azami verimlilikte kullanmasını gerektiriyor.
Sanayi devrimi sonrası üretimde en önemli ihtiyaç kas gücü oldu ve dolayısıyla da erkeklerin daha etkin rol aldığı bir ekonomik ortam şekillendi. Bilgi toplumu ise, insan kaynaklarının zihinsel becerilerinin ve girişimciliğinin kas gücünden daha önemli hale geldiği bir yapıya dönüştü. Böylesi bir değişim, kadının iş hayatında etkinliğinin artması ve ayrımcılığın azalması için gerekli önemli bir fırsatı da beraberinde getiriyor.
Bahsettiğim ekonomik dönüşüme daha hızlı adapte olan hatta bu dönüşümü yöneten gelişmiş ülkelerde kadınlar bu anlamda hak ettiği rolü elde etmiş durumda. Nitekim rakamlar da bunu destekler nitelikte. Örneğin Almanya’da 1994 yılında kadınların istihdama katılım oranı %60 dolayında iken 2010 yılında bu rakam %67’ye ulaşmıştır. Aynı dönemde erkeklerin istihdama katılımı zaten oldukça yüksek bir rakam olan %79,8’den sadece %80,6’ya çıkabilmiştir. Avrupa Birliği (AB-15) için kadınların istihdama katılımı 1994 yılında %56,5 iken 2010 yılına gelindiğinde %63,5’a yükselmiştir. Erkekler için AB-15’deki aynı dönem verileri 1994 yılında %78,4 ve 2010’da %79,1 olarak gerçekleşmiştir. Bu örnekler dışında kadının işgücüne katılımı ve ekonomik büyüme arasında nedensellik ilişkisinin olduğuna dair bir çok akademik çalışma da yapılmış ve yayınlanmıştır.
Öte yandan söz konusu gelişmiş ülkelerin daha yüksek katma değerli endüstrilere geçiş yaparken, emek yoğun iş kollarındaki yatırımların gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaşması, bahsi geçen dönüşüm açısından istenen ekonomik altyapının oluşmasını güçleştirmekte. Bu olumsuz geçişe rağmen özellikle 2008’de tüm dünyada başlayan küresel kriz, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sürüklediği ekonomik küreselleşme, bu ülkelerde de kadının üretkenliğinden ve becerilerinden daha etkin yararlanmayı bir istek olmaktan öte bir zorunluluk haline getiriyor.
Türkiye başta olmak üzere neredeyse tüm gelişmekte olan ekonomiler daha yüksek katma değer üretebilecekleri ve daha hızlı bir ekonomik büyüme performansı sağlayabilecekleri sektörlere yönelik politikalar geliştirmeye yöneldi. Bu politikalarda ülkenin sahip olduğu insan kaynaklarının kadın-erkek fark etmeksizin günümüz ekonomik sisteminde rekabetçiliği destekler hale gelebilmesine yönelik eğitim altyapısının oluşturulması en önemli unsur. İkinci nokta ise iyi eğitilmiş insan gücünün ekonomik değer üretilmesi sürecine etkin katılımının özel sektör ve kamu politikalarınca desteklenmesi.
Kadın nüfusunun erkek nüfusuna eşit veya bir çok ülkede erkek nüfusundan daha fazla olduğu dikkate alındığında, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde kadınların iyi eğitim olanaklarına sahip olabilmesi ve ekonomik yaşamda daha etkin roller üstlenebilmesi, sosyal bir eşitlik amacından öteye geçmiş ve bahsettiğim gibi ekonomik gelişmenin sağlanabilmesi ve sürdürülebilirliği açısından hayati bir öneme sahip durumda.
Yenilikçiliğin, yaratıcılığın bugün ulaştığımız teknolojik altyapı ile yaratabildiği ekonomik katma değere ilişkin bir çok başarı öyküsü ile doldu dünya. Erişilebilirliğin bu kadar arttığı ve pazarların asimetrik büyüdüğü bir küresel ekonomi ortamında, Türkiye’nin en önemli rekabet gücünün sahip olduğu insan kaynağı olduğunu söylerken hem ekonomik hem de sosyal anlamda kadınları sistemin ikincil unsuru haline getirmenin kaybı sizce de çok yüksek değil mi?
Fırsat eşitliğinin her anlamda sağlanması gereken bir dönemde, özellikle kadınlarımızın becerilerinin ekonomide daha fazla değer yaratır hale getirmesine odaklanmak belki de en öncelikli konulardan biri Türkiye için. Ama TÜİK tarafından yayınlanan rakamlar, hem sosyal hem de ekonomik olarak bu noktanın çok uzağında olduğumuzu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Kaynak: TÜİK
Örneğin nüfusun %49,8’ini oluşturan (39,5 milyon) kadınlarda işgücüne katılım sadece %30 ve istihdam oranı ise %26 civarında (aynı rakamlar erkekler için sırasıyla % 71,3 ve %64,8). Okur – yazar olmayan kadınların oranı da erkeklerin neredeyse 5 katı daha fazla. Kadının üretkenliğinden ekonomide yeterince yararlanamadığımız ve aynı şekilde kadınlarımıza ekonomik olarak belirli yaşam standartlarını sunamadığımız oldukça net bir şekilde görülüyor.
Bu rakamlar iyileşmeden adına “orta gelir tuzağı” dediğimiz tuzağı aşmak, gelişmiş ülkelerin kişi başı milli gelirini yakalamak sadece hayal olur. Dileyelim ki kadın istihdamı denildiğinde artık aklımıza soldaki değil, sağdaki resim gelsin. Ve yine dileyelim ki kadınlar Türkiye’de de ekonomik ve sosyal olarak hak ettiği yeri elde edebilsin.
Leave a Reply