Geçtiğimiz hafta biterken doların ateşi G-20 zirvesindeki olumlu hava ile sönmüş, 5,60 altında bir seviyeye gelmişti. Haziran enflasyonu (tartışmalı olsa da) ile birlikte yıllık enflasyon %15 seviyesine doğru geri çekilmişti. Piyasada seçim gerginlikleri öncesi konuşulan politika faizi indirimi de bir hayli olanaklı hale gelmişti. Yani en önemli siyasi risk olan S400’lere ilişkin (ne kadar süreceği belli olmasa da) oluşan iyimserlik, enflasyon rakamları ile bir miktar yüz güldürmeye başlamıştı. Bu ortamda yeni haftaya gireceğiz dediğimiz hafta sonuna TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın görevden alınması ile yine “umutlar bir başka bahara” diyerek uyanmak zorunda kaldık.

TCMB bağımsızlığı tartışmaları, geçtiğimiz yıl Eylül ayına kadar en çok konuştuğumuz konuların başında geldi. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs sonunda Londra’da faiz meselesi ile ilgili söyledikleri yeni olmasa bile TCMB ile ilgili söyledikleri o dönemde TL’nin hızlı değer kaybına ivme kazandıran unsurlardan biri olmuştu. Ancak bu sefer tartışma tekrar başlamadan sona erdi. TCMB’nin bağımsızlığı meselesi bizim için artık en azından artık tartışmalı değil. Piyasa beklentileri de bundan sonra bu minvalde oluşur.

Tabii kararın ardından herkes gözünü pazartesi günü piyasalarda ne olacağına çevirdi. Ben daha Pazar günü bu adımın kısa vadede bir öneminin olmadığını, asıl sıkıntının geçtiğimiz yıl yaşanan tartışmalarla sarsılan, son verilen kararla ta neredeyse önemsiz hale gelen TCMB’nin kredibilitesi ile ilgili olduğunu ifade etmeye çalıştım. Bu noktada asıl sorun ise bu hafta piyasada ne olacağı değil.

Bu görevden alma kısa vadede TL’den bir on beş kuruş değer kaybına neden olmuş olabilir. Ama uzun vadede bu noktaya yeniden geri dönmek mümkün olmayacak ve bir sürü komplike sıkıntıyı beraberinde getirecek.

Bu tip komplikasyonları da önümüze çıkacak ilk ve her türbülansta göreceğiz. Hiç istemem ama mesela S400 meselesinde ABD’den gelebilecek olumsuz bir tepkiye bundan sonra para piyasalarında nasıl cevap vereceğiz? Belki bu görevden alma olmasa idi TCMB bir birim faiz arttırarak durumu sakinleştirebilecekken bundan sonra üç birim, beş birim faiz artışı ile müdahale etmesinin bile durumu belki istenen sonucu vermeyecek. Yani bundan sonra her sıkıntılı kritik süreçte, TL’nin değerinin korunması ve enflasyonla mücadelede TCMB’nin aksiyonlarının etkinliği çok daha yüksek maliyetle gerçekleşecek.

Bir başka mesele de enflasyonla mücadelede politika etkinliği bağlamında karşımıza çıkacak. Zaten son bir yılda seçimlerle birlikte kamu harcamalarındaki artış devam etti. 2019 bütçe açığı hedefinin %82’si ilk beş ayda aşıldı. Böyle bir ortamda elimizde kısa vadede enflasyonla mücadelede kalan tek şey para politikasının etkinliği. Hem talep hem de kur üzerinden ortaya çıkabilecek yeni bir enflasyon şokunun etkilerinin ortadan kaldırılması. Anladığımız kadarıyla hükümet Temmuz Para Politikası Kurulu toplantısında faizin %24’ten %22’ye indirilmesi fikrinden çok daha fazlasını istedi. Bu şartlarda aceleci bir faiz indirimi sürecinin hem kur hem de ertelenen talepler nedeniyle enflasyonda yeni baskılar yaratacağını sanırım Ankara’dakiler son seçim sonuçlarından sonra görmek istemiyor.

Öte yandan bütçe tarafında gelirlerin arttırılması için yapılan zamlar ve vergi artışlarının, şu aşamada vatandaşın boğazındaki ilmeği biraz daha sıkmak olduğunu da hatırlatalım. Hükümetin daha fazla harcamak için gelir arttırmaya yönelik bu tip önlemler yerine acilen ve hızla harcamalarda tasarrufa gitmesi gerekiyor. Evet bu durgunluğun derinleşmesi demek ama geldiğimiz noktada mecburen acı bir reçeteye başvurmak zorundayız.

Ezcümle gördüğüm şu ki; ekonomide durgunluğun ortadan kaldırılması siyasilerin en önemli hedefi haline gelmiş durumda ancak biz yine uyaralım. Hem para politikası son kararla artık her atılan adımda maliyeti yüksek bir alan oldu hem de maliye politikasında yanlışlar üst üste gelmeye devam ediyor.  

Son cümle,

Ey Ankara!!!

Amacın doğru ama araçların yanlış!