Gökhan Ezgin, Ekonomistler Platformu İcra Kurulu Üyesi

 

 

Cari açık konusu, gündemin yeni bir maddesi değil. Çok uzun süreden beri cari açık hep vardı. Bir süre daha da bizimle olmaya devam edecek. Yeni olan cari açığın bu denli yüksek seviyelere çıkması. Daha da enteresanı, bu cari açıktaki kötüleşmenin döviz kurlarının yukarı tırmanışından bağımsız bir hale gelmiş olması.

Bu sebeplerden dolayı cari açık üzerinde düşünülmeyi ve önlem alınmayı gerektiren ciddi bir risk. Geçtiğimiz seneye kadar cari açığın finanse edilebildiği müddetçe Türkiye için bir risk olmaktan uzak olduğunu savunan hükümetin ve Merkez Bankası’nın bu görüşünden çark ederek, tam tersi ikamette pozisyon almaları, bu doğrultuda politika oluşturmaları, gelecek planlarını cari açığı azaltmak üzerine kurmaları Türkiye açısından son derece olumlu bir gelişme olarak algılanmalı. Türkiye ekonomisini daha ileriye götürmek için cari açık bizim için önemli bir fren mekanizması olma olasılığını taşıyordu, şimdi bu riskin tamamen ortadan kalkması değil ama riskin küçültülmesi gibi şans yakalandı.

Döviz kurları, yurtdışında yaşanan gelişmeler ekseninde yukarıya hareketlendiler. Dolar kuru 1,80’e, Euro/TL kuru ise 2,55’e dayandı. Kurları bir süredir yukarı itmeyi planlayan ancak bunu herhangi bir gelişmeye bağlamadan yapmak istemeyen hükümet ve Merkez Bankası, AB’deki borç krizi ve ABD’nin kredi limiti tavanı problemleri nedeniyle altın bir şans yakaladılar. Bunun sonucunda kurlar kendiliğinden yukarıya tırmandılar. Yüksek kurlar ithalatı frenleyecek, en azından herkesin ümidi bu yönde. Normal şartlar altında yüksek kurların bunu yapabileceğinden ciddi şüphe duyulabilirdi, çünkü ekonomi son derece başarılı bir momentum ile gelişimini sürdürüyordu. Fakat ekonomiyi soğutmak adına, kriz geliyor söylemlerinin çoğalması ile birlikte tüketicilerin psikolojisinin değiştiğini ve bunun sonucunda da tüketime bir fren geleceği tahmin ediliyor. Dolayısıyla dışarıdaki kriz söylemlerinin içeride de desteklenmesiyle birlikte, buna ek olarak döviz kurlarının da ithalatı pahalandırmasının etkisiyle ithalatın düşmesi ve bunun sonucunda cari açığın da düşmesi beklenmelidir.

Tabii ki bunlar kısa vadeli gelişmeler olarak değerlendirilmeli. Kısa vadeli önlemler, kısa vadeli sonuçlar verecektir, eşyanın tabiatı böyle. Kısa vadeli önlem alarak bu önlemler neticesinde Türkiye’nin onca yıllık cari açık sorununun çözülmesini beklemek hayalcilik olur. Yapılması gereken orta ve uzun vadeli stratejilere yönelmek, cari açığı yapısal olarak ortadan kaldırmaya çalışmak. Bunun yolu da son derece basit bir matematiksel yaklaşım ile ihracatı arttırarak ithalatı azaltmaktan geçiyor. İkisinin de ortak noktası aynı, içeride üretimi teşvik etmek.

Bu amaçla Türkiye’nin rekabetçiliğini hızlı bir şekilde yükseltmeye ihtiyacımız var. Rekabetçilik artacak ki, içeride üretmek mantıklı olsun. Üretim yerine ithalat tercih edilmesin. Üretimi teşvik etmek önemli ancak nasıl bir üretimi teşvik edeceğiz? Asıl kilit nokta burada. Bizim acil olarak ileri teknoloji yoğunluklu üretimi teşvik etmemiz gerekiyor. İhracatımızda orta-yüksek ve yüksek teknolojili ürünlerin ağırlığını arttırmamız gerekiyor.

Bu çerçevede hükümetin devreye soktuğu Sanayi Stratejisi önemli bir başlangıç noktası olacaktır. Bunun yanı sıra Ekonomi Bakanlığı’nın hazırladığı Girdi Tedarik Stratejisi de büyük önem taşıyor. Bu stratejinin başarılı olması için Türkiye’de ilk kez üretilecek ileri teknolojili, yüksek katma değerli ürünlerin üretimi için yapılacak yatırımlar “özel yatırımlar teşviki” düzenlemesi ile ayrıcalıklı olarak teşvik edilmeli. Bunun yanı sıra Türkiye İhracatçılar Meclisi öncülüğünde hayata geçirilen 2023 İhracat Stratejisi de bu çerçevede önemli bir vizyon belgesi niteliğinde. Tüm bu stratejilerin 2023 İhracat Stratejisi ile koordinasyonlu bir şekilde yürütülmesi, bu konuda hükümetin gösterdiği sahiplenmenin devam etmesi büyük önem taşıyor. Unutmayalım ki, ancak orta ve uzun vadeli stratejiler geliştirerek ekonomimizi yapısal sorunlardan arındırabilir, teknolojik dönüşümünü gerçekleştirebiliriz.