İstanbul Ekonomi Okulu’nun son gününde Prof. Dr. Burak Arzova bizlerleydi
Ekonomistler Platformu İstanbul Ekonomi Okulunun son gününde bu kez Prof. Dr. Burak Arzova ile birlikteydik. Dünya Finans Piyasaları ve Türkiye Görünümü ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Teknoloji şirketlerinin teker teker halka arz edilmesi ile ortaya çıkan anormal fiyatlamalar, bu firmaların performanslarının sürdürülebilir olup olmadığını sorgulamamıza neden oluyor. Facebook ve Linkedln ile başlayan halka arz furyasında geçen hafta borsaya kote olan Twitter’ın birim hisse değeri önce 10 dolar olarak belirlendi. Daha sonra halka arzdan bir gün önce 26 dolar seviyesine revize edildi. Açıldıktan hemen sonra ise şirket hisseleri 50 dolar’ın üzerini test ederek günü 46 dolar seviyelerinden kapattı. Şirketin hisselerinin halka arz sonrasında bir anda %90 yukarı çıkması, daha önce Facebook ve Linkedln örneklerinde de olduğu gibi, fiyatların bir kez daha gerçekten sorgulanmasını gerektirdiğini hatırlattı.
Bölgesel Farklar
Türkiye açısından bakacak olursak, bizde yetişmiş iş gücü var. Ancak bölgeler arası gelişmişlik farkı canımızı acıtıyor. Türkiye’nin eksik noktası gelişmiş ve nitelikli iş gücünü bölgelere dağıtımını gerçekleştiremiyor olması. Kimse gelişmemiş bölgelerden iş almak istemiyor. Buralara teşvikler verilse de hem bölgeler arası fark hem de terör insanların buraya yatırım yaparken bir kez daha düşünmesine neden oluyor. Barış süreci önemli bir süreç. Burada huzuru sağlayabilirsek bu bölgelere yatırımları bir miktar daha arttırabiliriz. Ancak bölgeler arası farklar insanların oralarda çalışmasını yine engelleyecektir. Yapısal reformlarla da bölgeler arası farklılıkların giderilmesine çalışılmalı. Zira rakiplerimize baktığımızda bu fark yok. ABD’de kimse ben o bölgeye gitmem o bölge geri kalmış demiyor. Her bölgenin bir standarttı var.
Saab’ı Kaçırdık Blackberry’i Kaçırmayalım
Marka satın almaktan korkan bir müteşebbis topluluğumuz var. Son dönemlerde ülkemizde yabancı satın almalar çok arttı. Finans ağırlıklı gözükse de birçok markamız dikkat çekici performansları ile yabancıların ilgisini çekerek, bu markaların el değiştirmesine neden oldu. Bu güzel, ancak bizimde bu süreçte krizden bu kadar etkilenen ve 5 sene önce almaya bile teşebbüs edemeyeceğin markaların bugünkü durumları ve fiyatlarına bakarak harekete geçmemiz gerekiyor. Türkiye yerli otomobil üretmek istiyor. Biz en büyük şansımızı Saab’ı almayarak kaçırdık. Şimdi Blackberry ihalesi iptal oldu, halen bir teklifimiz yok. Microsoft Nokia’yı alırken içi boş fabrikaları için değil elindeki patent ve arge çalışmaları için aldı. Bir markayı sıfırdan yaratmaktansa herkes tarafından bilinene ve büyük bir pazarı ve çokça patenti olan bu firmaları almak çok daha hızlı sonuç getirecektir. Bizim girişimcilerimizden beklediğimiz, krizin teğet geçtiği ve Türkiye’nin nispeten ayakta kaldığı şu günlerde görece daha güçlü ekonomimiz ile bu markaları ülkemize kazandırmalarıdır. Verilen teşviklerden bir kısmı da bunun için kullanılmalıdır.
Türkiye’de üretim alanında bir sistem yok. Üretimi verimli yapmıyoruz. Türkiye’de eskiden başat sektör olan tarımda bile bir ürün haritası yok. Hangi bölgenin hangi ürüne daha uygun olduğu bile araştırılmadan kulaktan dolma bilgilerle tarım yapılıyor. Bu da her sene elde edilen çıktı miktarını etkiliyor. Bir de orta gelir tuzağımız var ki, git gide yaklaşıyoruz. Orta gelir grubundakiler bu bize yeter diyerek, daha fazla üretme ve çalışma güdülerinden giderek vazgeçiyor. Buna bir önlem alınmazsa Türkiye birkaç sene içinde orta gelir tuzağı ile yüzleşmek durumunda kalacak. Ayrıca bürokrasi sorunumuz var. Türkiye’nin orta gelir tuzağına düşmemesi için şeffaf ve demokratik kurallar ile bürokrasinin etkisinin kırılması gerekiyor. Bu sorun hem iş yapabilme hem de yabancı yatırımları doğrudan ülkemize çekmekte sorunlara neden oluyor. Üretimi sisteme sokup çeşitlendirmemiz gerekiyor. Bu durum ihracatımızı da pozitif etkileyecektir. Zira ülkemizde ihracatımızdaki 5 kalem hep aynı, sadece arada yerleri değişiyor.
FED’in Tapering Korkusu
Geçen hafta ABD tarım dışı istihdam rakamları açıklandı. Tarım dışı istihdam ABD’de kepenklerin kapalı olmasına rağmen 125 binlik beklentiye rağmen 204 bin kişi artarak tüm tahminlerin üzerinde bir sonuçla karşılaşıldı. Bu da yeniden tapering söylentilerini duymamıza neden oldu. Ancak detaylarına inildiğinde ABD tarım dışı istihdamında imalat sektörü şubattan bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Bu büyümede tüm sektörler artış yaşasa da eğlence ve büyüme sektörü başat rol aldı. Bunda da en büyük etken Noel’in yaklaşması ile eğlence sektöründe talep yönlü bir hareketlilik yaşanması olabilir. Raporun detaylarına baktığımızda ABD’de iş gücüne katılım oranı da %62,8 ile Mart 1978’den bu yana en düşük katılım oranına işaret ediyor ki, bu da raporun aslında o kadar da iyi olmadığını bize gösteriyor.
FED politikaları sayesinde gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelerden aşırı karlar elde ettiler. Gelişmekte olan ülkelerde gelen ucuz dolar ile kendilerine bir büyüme rotası çizdiler ve hızlı bir kalkınma çabası içine girdiler. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu, bu sıcak paranın kaynağının hiç bitmeyeceğini sanarak programsız ve temeli olmayan bir büyüme gerçekleştirdi. Zaten paralar geri çekilmeye başlandığında bu ortaya çıkacak. FED’in tapering ile birlikte gelişmekte olan ülkeler için kim ağustos böceği kim karınca göreceğiz. Zira iki büyük karın ağrımız var; işsizlik ve cari açık. Bunların tapering durumundaki finansmanı için iç tasarrufların bir an önce şiddetle artması gerekiyor.
Yirmi beş Senede Almanya, Elli Senede ABD’yi Geçmek
Büyüme konusu önemli bir olgu. Türkiye’nin bu alanda hedefleri net. 2023’e kadar ilk 10 ekonomi arasına girmeye çalışacağız. Şu an da dünyanın 17. Avrupa’nın ise 6. büyük ekonomisiyiz. Ancak bazı Türk müteşebbislerimiz politik söylemlerden etkilenip daha çok çalışıp 2023’de dünyanın en büyük 3. Ekonomisi olacağız gibi söylemlerde bulunuyor. Bu büyüme hedeflerinin altında formüller yatıyor. Almanya hiç büyümese biz her yıl %5- %6’lık bir ortalama ile büyüsek bile aramızdaki fark 25 senede kapanıyor. ABD ‘de ile ise bu rakam 50 yıldan bile fazla. Hedefeler koyar, söylemlerde bulunurken bunları dikkate alarak konuşmamız gerekiyor.
Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci çok uzadı. Bizle aynı anda masaya oturan devletlerin hemen hepsi AB’ye üye olurken bizde bu süre daha çok yolun başında. Avrupa’da serbest dolaşım var. AB’ye kabul edilmememizin en büyük nedeni de bu. AB’ye girmemiz halinde parlamentoda büyük bir çoğunluk elde edeceğiz. Avrupa’da serbest dolaşım yüzünden Güney Avrupalılar, Kuzey Avrupa’ya göç ederek, iş piyasalarında sorunlara yol açıyor. Bizim emek gücümüzün de bu piyasalarda bozulmaya sebep verecek kadar büyük olması, AB’nin başat ülkelerinin bu konuda çekincelerini arttırıyor. AB ile birde serbest Pazar durumumuz var ki evlere şenlik. Daha AB’ye girmeden pazarımızı açmışız, demişiz ki yeter ki beni Avrupalı yap tüm pazarım size açık. Polonya AB’ye girene kadar pazarını açmadı. Biz ise görüşmenin hemen başında pazarı açtık ve elimizdeki en büyük kozumuzu AB’nin eline verdik. Şimdi ihraç ettiğin su bile senden daha Avrupalı çünkü gümrüksüz gidiyor. Senin müteşebbisin Almanya’ya gittiğinde zar zor 3 günlük vize alırken, Almanlar geldiğinde bir kaşe basılıp içeri giriyorlar. Elimizdekilerin kıymetini bilmiyoruz.
Brooklyn Köprüsünü Bir Kapatsanıza
Tiger Woods Türkiye’ye geldi. Boğaz trafiği 5 saat boyunca Tiger Woods gösteri yapacak diye kapalı kaldı. Tiger Woods aynı hareketi Brookly Köprüsünü kapatıp ABD’de yapabilir mi? Buna New York Belediyesi izin verir mi? Marka değerimizi çok düşürüyoruz. Elimizdekileri bile doğru dürüst pazarlayamıyoruz. Ne olsa Boğaziçi Köprüsünü kullanıyoruz. Elimizde Kız Kulesi gibi bir marka değeri var. Amerikalılar denizin ortasına bir tane heykel dikmiş her yerde onu pazarlıyor. Bizim denizin ortasında kulemiz var, bunu pazarlamak kimsenin aklına gelmiyor.
İnşaat sektörü ilk başlarda bir ülkede hızlı kalkınma ve iş gücü yaratmada ve ucuz barınma sunarak sosyal politikalar açısından da etkili bir sektördü. Ancak Türkiye inşaat sektörüne büyüme açısından bağımlı oldu. Sektörleri ve üretimi çeşitlendirmeliyiz. Bürokrasi sorununu iş gücü piyasalarından uzaklaştırmalıyız. İş piyasaları devletin sineğin yağını çıkarma isteğinden rahatsız halde. Devlet sadece regülasyon yapmalı, artık devletin sahada ağırlığı azalmalı.
Finans İstanbul Yanlış Karar
İstanbul finans merkezi yapılmaya çalışılıyor. Bölgesel gelişmişlik farklılığından bu kadar şikayet ederken İstanbul’u her şeyin merkezi yapmaya çalışmak büyük bir hata. İzmir gerek mazisi gerekse konumu dolayısıyla Finans Merkezi olmaya en uygun şehirken, İstanbul seçildi. Artık İstanbul’u her şeyin merkezi yapmaktan bir an önce vazgeçmeliyiz. İslami Bankacılık finans sektörü açısından önemli bir olgu. Ancak Dünya İslam Bankacılığının merkezi Londra’da, bu bizim için büyük bir utanç. Bir çok Arap şirketi paraları savaş meraklısı ABD’ye, İsrail’e gitmesin diye bile yatırımlarını değerlendirmek için Londra’yı seçiyor. Burada çok büyük bir pazar var ve bu en iyi şekilde değerlendirilmeli.
Leave a Reply